KADIN OLMAK... Pencere kenarında konuşlandığım koltuğumda yazıyorum bu satırları. Dışarıda derin bir sessizlik var... İyiden iyiye yorulmuş halimizle, içten içe sorgulamalarla günler geçip, gidiyor. Hayatın her haline alışkın ruhumuza bir çizik daha atarak yola devam ediyoruz. Yüreğimiz yorgun ama zorunlu halleri de keyfe çevirmenin bizim elimizde olduğunu iyi biliyoruz artık. Sebepsiz, şartsız mutlu olabilmeyi öğrendik sanki. Hayatın ilüzyonu bu işte. Galiba insan yaş aldıkça bunu çok daha iyi anlıyor.

 

Evet, bize dayatılan bir hayat var. İstesek de, istemesek de yaşıyoruz. Bütün mesele, bu süreçte kendimize nasıl davrandığımız?... Yaş aldıkça, kendinizi öyle acımasızca yargılamayı bırakıyorsunuz aslında. Öyle miyim, böyle miyim diye bir anaforun içinde kıvranmıyorsunuz. Meydan okumayan, iddiasız, kendi halinde "ben de böyleyim işte" diye bir söz dökülüveriyor ağzınızdan. Artık kimseye hesap vermek zorunda olmadığınızı biliyorsunuz. Çünkü artık kendinize alışıyorsunuz. Çünkü o yaş, artık bir çok şeyde sınandığınız bir yaş oluyor. Bir kere parasız kalmış, bir kere dünyanın kaç bucak olduğunu görmüş, en yakının saydığın kişiden esaslı bir darbe yediğin, dipleri gördüğün bir yaş oluyor. Ama sonra, kimseye yaslanmadan ayağa kalkmış, başını tekrar gökyüzüne çevirmiş bir kadın olmayı da beceriyorsun.

 

Ne gariptir ki insan kendisiyle kavgası bittiğinde başlıyor yaşamaya... Ama bir taraftan da, garip bir şekilde kadınların kendini kanatma kabiliyetine sahip olduklarını da düşünüyorum. Başkasının tenkid etmesine ihtiyacımız yok. Çünkü biz bunu kendimize öyle acımasızca yapıyoruz ki anlaşılır gibi değil. Büyütücü aynalarla bakıyoruz yüzümüze. Göz kenarlarımızdaki kırışıklıkları, saçımıza düşen akları görüp üzülmek için sanki... Kilo mu almışız, yoksa bu kıyafet mi yakışmamış, sürekli bir eleştiri hali... Sanki hep mükemmel olmak zorundaymışız gibi. Nasıl bir dayatmadır bu üzerimizdeki?... Bir erkek, asla bunun derdine düşmüyor mesela. Bilakis yaşlandıkça daha yakışıklı oldum diyerek, gerim gerim geziniyor. Ne yazık ki kadınlar için yaralayıcı ve önyargılı bir bakış açısıdır bu ama asla kadının suçu değildir. Kabahatleri görürüz önce biz. Acımayız kendimize. Başımızı okşamayız hiç. Hele ki çocukluğumuzda bile başımız hiç okşanmamışsa, o zaman vay halimize...

 

Hep bir şeylerden vazgeçerek var olmak öğretilmiş bize. Oysa vazgeçmeden de varolabilirdik. Kadınlık fedakarlıkla özdeşleştirilmiş. Anneannemin meşhur lafıdır, iyisini, kötüsüne yama yap diye yetiştirilmiş bir neslin çocuklarıyız düşünsenize...

 

İşte bu nedenle bu ağır yükün, seneler sonra kadınlara dönüşü çok sert oluyor. Ve ne yazık ki bunun farkına ancak yıllar sonra varılabiliyor. Mesela, üniversiteyi bitirince şöyle hesapsız bir yolculuğa çıkamamış bir nesildik biz. Çok telaşlıydık, çünkü iş bulmak zorundaydık. Bu ülkede ekmek hep aslanın ağzındaydı zaten... İş bulduk, bu sefer de orada kendimizi göstermenin yollarına bakmalıydık. Aniden giydiğimiz tayyörlerin içinde sıkışmaya, büzüşmeye başlamıştık. Akşam iş çıkışı rakı mı içmeliydik yoksa bir terapiste mi gitmeliydik ?... Çünkü kendi kararımızla seçmediğimiz bölümleri okumuş ve istemediğimiz işlerde çalışır olmuştuk. Bir gün gitme hayalini, kenarlarda , bir yerlerde hep saklı tutuyorduk. Tuhaf bir aralığın çocuklarıydık biz aslında. Hayır demeyi becerememiştik. Sonra evlenmek durumundaydık. Eeeee yaşımız geçiyordu.

 

Kimimiz severek, kimimiz öylesine evleniverdik. Ne yazık ki bu coğrafyanın makus talihi, eril baskı burda da üzerimizdeydi. Bir de muhakkak çocuk yapmalıydık. Olmazsa olmazdı o. Ama kimse bize mutlu olup, olmadığımızı hiç sormamıştı... Bu yüzden erken yorulan bir nesildik biz. Ama her şeye rağmen, annelerimizden yadigar o sabun kokulu bilgilerle sabretmeye ve yetinmeye devam ettik. Ve artık bayağı büyümüştük. Hem de ne büyümek. Durmalıydık artık... Bu kadar didiklemenin, kendimizi bu kadar yaralamanın bir anlamı olmadığını yürekten hissetmiştik. Yüzümüzdeki çizgileri de sevecektik biz. Artık bu yaşlarda kendi gözlerinle kendine bakmayı öğreniyor insan çünkü. Aynalar ne söylerse söylesin, ben nasılım asıl önemli olan bu diyebiliyorduk artık. Çünkü geç de olsa kendimizi sevmeyi öğrenmiştik. En güvendiğinin kendin olduğunu, İstemediğin hiç bir şeyi yapmıyor olmanın, en büyük lüksün olduğunu çok iyi biliyorduk.. Ve işte o zaman, İYİ Kİ VARIM diyerek yolda olmanın keyfini çok iyi çıkarıyorsun... Ve işte yol o zaman şahane oluyor... Yolda olan ve cesaretini hiç kırmayan tüm kadınlara sevgilerimle... Ebru BOZCUK İstanbul


YAZARIN DİĞER YAZILARI